Neden Gidemiyoruz? Türk Gezgininin Kırık Kanatlarının Anatomisi
Bir dijigezgin olarak felsefem her zaman aynı oldu: Seyahat etmek, sadece yeni yerler görmek değil, aynı zamanda ruhu beslemek, ufku genişletmek ve farklı kültürlerin içinde kendini yeniden keşfetmektir. Yolda olmak, öğrenmektir. Ancak 2025 yılına geldiğimizde, Türkiye’de yaşayan milyonlarca insan için bu en temel insani arayış, ulaşılması neredeyse imkansız bir lükse dönüştü. “Hadi bu hafta sonu başka bir ülkeye gidelim!” cümlesi, bizim için bir hayalden öteye geçemeyen, başka coğrafyalarda ise sıradan bir plan olan bir diyalog haline geldi. Peki, neden? Neden sınırlar bizim için bu kadar kalın, bu kadar aşılmaz duvarlara dönüştü? Bu sorunun cevabı tek bir nedene değil, birbirine geçmiş, her biri diğerini besleyen acı gerçeklerin oluşturduğu bir sarmala bağlı. İşte, rakamlarla, duygularla ve yaşanmışlıklarla Türk gezgininin neden yurt dışına çıkamadığının kapsamlı analizi.
1. Güçsüz Pasaport: Anahtar Var Ama Kapıyı Açmıyor
Her şey, elimizdeki o bordo renkli defterle başlıyor. Henley Passport Index gibi küresel pasaport gücü sıralamaları, bir pasaportun sahibine kaç ülkeye vizesiz giriş hakkı tanıdığını ölçer. 2025 verilerine göre, 102 sıralı bu küresel endekste Türkiye pasaportu maalesef 46. sırada yer alıyor. Kağıt üzerinde “116 ülkeye vizesiz seyahat” kulağa hoş gelse de, şeytan ayrıntıda gizli. Bu 116 ülkenin ezici çoğunluğu, bize coğrafi olarak çok uzak ve ulaşımı son derece maliyetli olan Güney Amerika, Afrika veya Uzak Doğu ülkelerinden oluşuyor. Brezilya’ya, Filipinler’e veya Güney Afrika’ya vizesiz gidebilmek güzel bir hak, ancak on binlerce liralık uçak biletini karşılayamadıktan sonra bu hakkın pratik bir anlamı kalmıyor. Komşumuz ve en çok gitmek istediğimiz Avrupa ülkelerinin kapıları ise bize sonuna kadar kapalı. Yani elimizde bir anahtar var ama bu anahtar, yanı başımızdaki kapıların hiçbirini açmıyor.
2. Yüksek Pasaport Ücreti: Daha Hayal Kurmadan Gelen Borç
Diyelim ki vizesiz bir ülkeye gitmeye karar verdiniz. Önünüzdeki ilk engel, daha yurt dışına adım atmadan, sadece seyahat etme hakkını belgeleyen o defteri alabilmek. 2025 yılı itibarıyla Türkiye’de 10 yıllık bir pasaportun toplam maliyeti 12.411 TL‘yi buluyor. Bu rakam, ülkedeki asgari ücretin yarısından daha fazla. Yani, milyonlarca insan için sadece pasaport alabilmek, yarım aylık emeğini devlete teslim etmek anlamına geliyor. Bu durumu bir de Avrupa ile kıyaslayalım: Bir Almanya vatandaşı, kendi asgari maaşının sadece %15’i gibi bir oranla 10 yıllık pasaportunu alabiliyor. Üstelik, Türkiye’de tüm çalışanların %40’ından fazlası asgari ücretle geçinirken, bu oran Almanya’da sadece %5 civarında. Bu, pasaportun bizde bir hak değil, ciddi bir yatırım ve lüks tüketim kalemi olduğunu acı bir şekilde yüzümüze vuruyor.
3. Alım Gücü mü, Güçsüzlüğü mü? Euro Karşısında Eriyen Hayaller
Pasaportu bir şekilde aldınız diyelim. Sırada en büyük canavar var: Alım gücü. Döviz kurunun yarattığı devasa uçurum, seyahat hayallerini daha başlamadan bitiriyor. Almanya’da asgari ücretle çalışan bir genç, maaşıyla kendi ülkesinde veya komşu ülkelerde rahatlıkla 2-3 şehir gezebilirken, Türkiye’de bir haftalık ortalama bir Avrupa tatili, en az 2 asgari maaş gerektiriyor. Yeni işe başlamış bir gencimizin bir aylık maaşı, İtalya’da orta halli bir otelde 5 günlük konaklama ücretini bile karşılamaya yetmiyor. Bu durum, trajikomik bir ikilem yaratıyor: Avrupalı bir turist için Türkiye, her şeyin sudan ucuz olduğu bir “ucuz tatil cenneti” iken, kendi vatandaşımız için Avrupa, her adımın lüks sayıldığı, ulaşılamaz bir kıta haline geliyor. Aynı denize, aynı güneşe bakan iki farklı kıyıdan, dünyaya bakışımız bu kadar farklılaşıyor.
4. Hem Umutlar, Hem Paralar Heba: Vize Retleri Duvarı
Avrupa’ya gitme hayalinden vazgeçmeyenler için ise sırada psikolojik ve maddi bir yıpratma süreci var: Schengen vizesi başvurusu. Türkiye, Rusya’nın ardından Schengen vizesine en çok başvuru yapan ikinci ülke. Sadece 2023 yılında, bu başvurular için Türk vatandaşlarının cebinden çıkan para 85 milyon Euro‘yu aştı. Bu para, umutlara yapılan bir yatırım. Ancak sonuçlar, bu umutları sıkça kırıyor. Schengen vizesine başvuran her 4 Türkiye vatandaşından 1’i reddediliyor. Reddedilmek, sadece hayallerin yıkılması değil, aynı zamanda vize ücreti, aracı kurum hizmet bedeli, seyahat sigortası gibi geri alamayacağınız yüzlerce Euro’nun da çöpe gitmesi demek. Bu yüksek ret oranları, bir sonraki başvurunuz için de sicilinizi olumsuz etkiliyor ve insanları bir kısır döngünün içine hapsediyor.
5. “Uçak” Fiyatlar: Bütçe Dostu Seyahat Bize Neden Uzak?
Avrupa’daki bir öğrenci veya genç, bütçe havayolu şirketleri sayesinde 15-20 Euro’ya, yani bir akşam yemeği parasına, bir ülkeden diğerine uçabilirken, bizim için durum bambaşka. Türkiye’den Avrupa’nın herhangi bir şehrine en ucuz direkt uçuş, en iyi ihtimalle 3.000 TL’den başlıyor ve bu rakam hızla yükseliyor. Bunun sebebi, bizde Avrupa’daki gibi yaygın ve rekabetçi bir “low-cost” (düşük maliyetli) havayolu ağının olmaması, yüksek havalimanı vergileri ve tabii ki döviz kuru. Bir Avrupalı için “bir kahve parası” olan uçak bileti, bizim için haftalarca çalışıp biriktirmemiz gereken bir meblağ.
6. Gençler Dünya Vatandaşı Olamıyor: Kırılan Kanatlar
Seyahat, özellikle gençler için sadece tatil değil, aynı zamanda bir vizyon kazanma, kendini geliştirme ve “dünya vatandaşı” olma yolunda atılan en önemli adımdır. Ancak Türkiye’deki gençler bu fırsattan mahrum kalıyor. 2024 TÜİK verilerine göre %17’nin üzerindeki genç işsizliği, iş bulanların ise çoğunlukla asgari ücretle veya daha düşük bir gelirle çalışması, pasaport, vize, bilet üçgenini bir imkansızlığa dönüştürüyor. Buna bir de zaman kısıtı ekleniyor: Avrupa’da yıllık izin ortalaması 25 günken, Türkiye’de bu süre yasal olarak 14 gün. Tüm bu nedenlerle, bir zamanlar gençlerin hayali olan Erasmus, Work & Travel gibi programlara katılım oranları ciddi şekilde düştü. Çünkü programı kazansanız bile, döviz bazlı cep harcamalarını, konaklamayı karşılamak neredeyse imkansız hale geldi.
7. Yaş İlerledikçe Sınırlar Kalınlaşıyor: Emeklilikte Hayal Yasak
Sadece gençler değil, hayatları boyunca çalışıp emekli olmuş insanlar için de durum farklı değil. Türkiye’de ortalama bir emekli maaşı 17.500 TL civarında, yani bugünün kuruyla yaklaşık 400 Euro. Bu rakam, bir Avrupalı emeklinin sadece bir haftalık market masrafına denk gelebilir. Hayatının baharını torunlarına ayırmak, dünyayı gezmek yerine, geçim derdiyle boğuşan emeklilerimiz için yurt dışı, üzerine düşünülmeye bile değmeyen bir fantezi. Başka bir şey söylemeye gerek var mı?
8. Daha Adım Atmadan Vergi, Harç: Yolun Başındaki Engel
Tüm bu maddi ve bürokratik engelleri aştınız diyelim. Havaalanına geldiniz, uçağa binmek üzeresiniz. Devlet size son bir “dur” diyor: Yurt Dışı Çıkış Harcı. 2025 itibarıyla 710 TL olan bu harcı, asgari ücretli de, öğrenci de, emekli de ödemek zorunda. Sözde ülkenin altyapı projelerini desteklemek için alınan bu vergi, aslında “Bu ülkeden çıkıyorsan, bir bedel ödemelisin” demenin başka bir yolu gibi hissettiriyor.
9. Seyahat Hak Değil Lüks Oldu: Değişen Tanımlar
Tüm bunların birleşimiyle, seyahat etmenin tanımı bizim için değişti. Yeni kültürler keşfetmek, yolda öğrenmek, ruhunu farklı coğrafyalarda beslemek gibi evrensel bir hak, Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu için artık bir ayrıcalık. Bugün yurt dışına çıkabilenler; ya dövizle maaş alan küçük bir kesim, ya yurt dışı bağlantılı işler yapanlar, ya da diğer tüm temel ihtiyaçlarından ciddi şekilde kısıntıya giderek yıllarca para biriktirenlerdir. Toplumun ezici çoğunluğu için seyahat, öncelik listesinin en altında, “lüks tüketim” kategorisinde yer alıyor.
10. Ve Zihinsel Duvarlar, Sınırlarımız…
Belki de en acısı, tüm bu dış engellerin zamanla içselleşmesi ve kendi zihinsel duvarlarımızı örmemizdir. “Bize vize vermezler zaten”, “O kadar parayı nasıl biriktireceğim?”, “Pasaport almaya bile gücüm yok, yurt dışı neyime?”… Bu cümleleri hepimiz duyduk, belki de kurduk. Bu bir pes etmişlik değil, gerçekliğin dayattığı öğrenilmiş bir çaresizliktir. İnsanlar, hayal kurmanın bile acı verdiği bir noktaya geldiğinde, en sağlam sınırlar zihinlerde inşa edilir.
Bir dijigezgin olarak bu tabloyu çizmek acı verici. Ancak gerçeği konuşmadan, sorunu teşhis etmeden çözüm üretemeyiz. Evet, bugün şartlar zor, duvarlar yüksek. Ama bu, hayal kurmaktan vazgeçeceğimiz anlamına gelmemeli. Belki bugün değil, ama bir gün o duvarları yıkma umuduyla, keşfetme arzumuzu her zaman canlı tutmalıyız.




Bu konuda geri bildirim bırakın