Sinoloji Kürsüsünden Çin Lokantasına, Roman Karakterliğinden Siyaset Sahnesine: Türkiye’nin İki Hui Portresi
İstanbul’un Feriköy Mezarlığı’nda, binlerce ismin arasında sessizce duran bir mezar taşı, Türkiye’nin entelektüel ve kültürel tarihinin en sıra dışı ve en katmanlı hikayelerinden birinin başlangıç noktasıdır. Bu mezar, Türkiye’deki ilk Çin lokantasını kuran, bir Sinolog, bir Türkolog ve hatta bir roman kahramanına ilham kaynağı olmuş Celalettin Wang’a (Wang Zengshan) aittir. Onun hikayesi, tek başına bile bir filme konu olabilecekken, yıllar sonra Türkiye’ye gelen bir başka Hui olan İklil Kurban’ın portresiyle birleştiğinde, kimlik, vatan, aidiyet ve mücadele üzerine derin bir düşünce yolculuğuna dönüşür. Bu, Çin’den Türkiye’ye uzanan, birbirinden çok farklı iki Hui aydınının, iki ayrı kaderin ve iki ayrı duruşun öyküsüdür.
Bölüm 1: Akademisyen, Restoran Sahibi, Edebiyat Figürü – Celaleddin Wang Zin Şan’ın Çok Katmanlı Kimliği
Celaleddin Wang’ın Türkiye macerası, 20. yüzyıl Türk tarihinin en önemli isimlerinden biri olan tarihçi Ordinaryüs Profesör Zeki Velidi Togan’ın davetiyle başlar. Togan, Türkiye’de Doğu araştırmalarının temellerini sağlamlaştırmak ve özellikle Çin’i doğru kaynaklardan anlamak amacıyla, İstanbul Üniversitesi’nde bir Sinoloji (Çin Bilimi) kürsüsü kurma vizyonuna sahipti. Bu vizyonu hayata geçirecek en doğru isimlerden biri olarak, hem Çin kültürüne hem de Türk kültürüne hakim bir Hui Müslümanı olan Wang Zengshan’ı görüyordu. Böylece Wang, büyük bir akademik misyonla Türkiye’ye çağrıldı. O, sadece bir yabancı uzman değil, aynı zamanda bir Türkolog olarak, iki kadim medeniyet arasında bir köprü kurma potansiyeli taşıyordu.
Ancak idealizm, çoğu zaman hayatın gerçekleriyle yüzleşmek zorundadır. Wang, Türkiye’ye geldikten sonra kalabalık ailesini geçindirme konusunda ciddi zorluklar yaşadı. Akademiden kazandığı para, İstanbul gibi bir şehirde ailesini refah içinde yaşatmaya yetmiyordu. İşte bu ekonomik zorunluluk, Türkiye’nin gastronomi tarihinde bir ilke imza atmasına neden oldu. Celaleddin Wang, 1957 yılında, Taksim Lamartine Caddesi’nde, Türkiye’nin ilk Çin lokantasını açtı.
Bir anda, yüksek bir akademik misyonla ülkeye gelen bu alim, önlüğünü takıp mutfağa girmek, kendi kültürünün lezzetlerini Türk halkıyla tanıştırmak zorunda kaldı. O restoran, sadece yemek yenilen bir yer değil, aynı zamanda 1950’ler İstanbul’unda egzotik bir kültür kapısıydı. Bir Sinoloji profesörünün elleriyle hazırlanan Çin yemeklerini tatmak, dönemin entelektüelleri ve meraklı İstanbulluları için eşsiz bir deneyimdi.
Wang’ın kimliği, bu ikilemin ötesinde daha da derindi. O bir Han Çinlisi değil, bir Hui Müslümanı idi. Huiler, Çin’de yaşayan, çoğunlukla Müslüman olan ve kendilerini Çin medeniyetinin bir parçası olarak görürken İslami kimliklerini de koruyan bir etnik gruptur. Uygur Türkleri, Çin kültürüne entegre olmuş bu Müslüman halk için, “dönen, dönme” anlamına gelen “Dungan” (Döngen) tabirini kullanır. Bu isimlendirme bile, bölgedeki karmaşık etnik ve dini kimliklerin bir yansımasıdır.
Bölüm 2: “Bozkurtlar” Romanının Wang’ı ve Atsız’la Gerilimli Dostluk
Celaleddin Wang’ın hikayesini daha da ilginç kılan, Türk edebiyatının en kült ve en tartışmalı isimlerinden biri olan Nihal Atsız ile olan ilişkisidir. Atsız’ın, Türkçülük akımının temel metinlerinden sayılan meşhur romanı “Bozkurtlar”da yer alan, bilge ve yetenekli Çinli karakter Wang‘ın, bizzat Celaleddin Wang Zin Şan’dan esinlenilerek yaratıldığı bilinmektedir.
Bu bağ, sadece bir edebi ilhamdan ibaret değildi. Araştırmacı Serkan Akgöz tarafından paylaşılan tarihi bir fotoğraf, bu ilişkinin somut bir kanıtıdır. Fotoğrafta, Nihal Atsız, Pertev Naili Boratav ve Celaleddin Wang bir arada görülmektedir. Bu kare, dönemin üç farklı entelektüel profilini bir araya getiren, paha biçilmez bir belgedir: Milliyetçi-Turancı Atsız, Halk Bilimci Boratav ve Sinolog-Türkolog Wang.
Ancak bu dostluk, zamanla gerilimli bir hal almış gibi görünmektedir. Bunun nedeni, kullanıcının da belirttiği gibi, Atsız’ın ve Türkçü çevrenin, Celaleddin Bey’in Çin’in o dönemdeki Türk karşıtı politikaları ve Doğu Türkistan’daki baskılar karşısındaki sessizliğinden duyduğu rahatsızlıktır. Atsız için, Türk soyundan olsun ya da olmasın, Türkiye’de yaşayan bir aydının Türk dünyasının dertlerine karşı duyarlı olması bir zorunluluktu. Celaleddin Bey’in ise, Çin gibi bir devlete karşı mesafeli ve diplomatik bir duruş sergilemeyi, ailesinin ve kendi konumunun güvenliği için daha doğru bulmuş olması muhtemeldir. Bu, iki farklı dünyanın, iki farklı önceliğin ve iki farklı sorumluluk anlayışının çarpışmasıydı. Bu konudaki gerçekler tam olarak bilinmese de, Atsız’la olan bu fikri ayrılık, Wang’ın Türkiye’deki karmaşık konumunu daha da iyi anlamamızı sağlar.
Bölüm 3: İkinci Portre – Doğu Türkistan Davasının Savaşçısı İklil Kurban
Celaleddin Wang’ın daha içe dönük ve kültürel odaklı profilinin tam karşısında, yıllar sonra Türkiye’nin tanıdığı bir başka Hui aydını durur: İklil Kurban. İklil Bey’in hikayesi, Wang’ın hikayesiyle olan zıtlıklarıyla adeta bir tamamlayıcı portre çizer.
İklil Kurban’ın kimliği, onun duruşunu belirleyen en önemli etkendir. Babası bir Hui, annesi ise bir Uygur Türkü‘dür. Bu melez kimlik, onun Çin içerisindeki Türk varlığına ve Doğu Türkistan davasına karşı çok daha kişisel ve militan bir bağ kurmasına neden olmuştur. O, Celaleddin Wang gibi sessiz kalmayı seçmemiş, aksine hayatını bu davaya adamıştır. Bir akademisyen ve yazar olarak, Doğu Türkistan’da yaşananları dünyaya duyurmak için mücadele etmiştir.
Kaleme aldığı “Doğu Türkistan İçin Savaş” ve “Yaşlı Tarihin Yankısı” gibi eserler, sadece akademik çalışmalar değil, aynı zamanda birer dava metnidir. O, Hui kimliğini bir kenara bırakmadan, annesinden gelen Uygur mirasını ve davasını sahiplenmiştir. İklil Kurban Bey, birkaç yıl önce vefat ederek ardında onurlu bir mücadele mirası bırakmıştır. Eşi, bir Kazan Tatarı olan Roza Hanım ise Ankara’da yaşamaktadır. Onun hayatı, Hui kimliğinin tek bir duruşu temsil etmediğini, kişisel mirasın ve vicdanın insanları ne kadar farklı yollara sevk edebileceğinin en net kanıtıdır.
Sonuç: İki Ayrı Kader, İki Farklı Miras
Celaleddin Wang Zin Şan ve İklil Kurban… Türkiye’de yaşamış iki önemli Hui aydını. Her ikisi de Çin’den gelip bu toprakları vatan bildi, ancak bu vatana ve köklerine karşı olan sorumluluklarını çok farklı şekillerde yorumladılar.
- Celaleddin Wang, Türkiye’ye bilimsel bir köprü kurmaya geldi. Sinoloji kürsüsüyle akademik bir miras bıraktı. İlk Çin lokantasıyla ise İstanbul’un kültürel ve gastronomik hafızasında eşsiz bir yer edindi. O, fırtınalı bir siyasi iklimde, kültürel diplomasiyi ve sessiz bir duruşu tercih eden, “içerideki” adamdı.
- İklil Kurban ise bir aktivist, bir “dava adamı” idi. O, kimliğinin getirdiği sorumluluğu, haksızlığa karşı ses çıkarmak ve mücadele etmek olarak gördü. Kalemi, onun kılıcıydı. O, “dışarıya” seslenen adamdı.
Feriköy’deki o mezar taşı, sadece bir restoran sahibinin değil; bir akademisyenin, bir edebi figürün ve en önemlisi, karmaşık bir çağda kendi yolunu bulmaya çalışan bir insanın hikayesini anlatır. Onun hikayesi, İklil Kurban’ınkiyle birleştiğinde ise bize şunu gösterir: Kimlik tek boyutlu değildir ve vatanseverlik farklı şekillerde tezahür edebilir. Biri kültürle, diğeri mücadeleyle bu topraklara hizmet etmiştir. Her ikisinin de mirası, Türkiye’nin zengin ve çok katmanlı entelektüel tarihinde saygıyla anılmayı hak etmektedir.

